Amen / Amin
Amen / Amin
Tür:Biyografi
Yıl:2002
Açıklama:İki sistem: Nazi makinesi... Vatikan ve Müttefik diplomasisi... İki adam : Savaşa kalpleriyle katılan ...
Bir yanda gerçek hayatta bir kimyager fakat savaş zamanı bir SS subayı olan Kurt Gerstein...Bitip tükenmeden suçları kınayan ve müttefikleri, papayı ve Alman Kilisesini bu konuda uyaran fakat aynı zamanda da kamplarda kullanılan Zyclon B gazını sağlayan kişi...
Diğer tarafta ise genç bir din görevlisi olan Riccardo. Tüm tanrıya inananlar kadar bir kalbe sahip ... Zalimliğe karşı hayatını bile tehlikeye atacak kadar cesur...Sessiz kalan hiyerarşinin içinde sessizliği bozmaya niyetli bir papaz.
Etik olarak inandıkları bir insanın kendisini koruma dürtüsünün ne zaman önüne geçer?
Kurt Gerstein bunu biliyordu ve dünyanın da öğrenmesini istiyordu. Bu film bunu onun gibi bilen ve sessizliğini koruyanları beyinlerimizde mahkeme etmek içindir.
Dan Franck: Filminiz tıpkı Primo Levi'nin kitabı gibi izleyicilerin aklında derin izler bırakıyor. Her ikisi de gerçek birer sanat eseri. Her ikisi de insanı titreten duygulara sevk ediyor. Siz her ne kadar önemin devamlı kullanılan görüntülerini ve filmlere güç sağlayan gerçeklerini gözler önüne sermeseniz bile bunu sağlamayı başarmış durumdasınız. Örneğin duygusallık, aşırı dramatizm, kamplardaki insanların görüntüleri ve korku bu filmde kullanılmamış. Sadece boş trenler, kapıları açık bırakılmış esir kampları ve neredeyse kokusunu duyduğumuz hastalıklar... Bu sizce de filmde tüm dünyanın zaten bildiğini gözler önüne sermekten kaçınarak trajedinin nasıl bilindiği halde göz yumulduğuna bir gönderme değil mi?
Costa Gavras: Herkes biliyordu.
Jean Claude Grumberg: Kamplar herkesin bildiği bir şeydi. Ve kabullenilmişlerdi. Dünyadaki milyonlarca insan bunu biliyor ve kabulleniyordu. Farklılık bu kabul edilmişliği daha yumuşak bir şekilde algılayarak sorgulamaktaydı.
C.-G.: Diğer filmlerden çok da farklı değil. Olaylar kamplarla başlamadı, savaşın son bulması ile de sonlanmadı. Herşey savaşla da gelişmedi. En dayanılmaz ve ciddi olanı da buydu zaten. Bugün yaşananların da torunlarımızın torunlarına bırakacağı iz çok da farklı olmayacak. Hepimiz Afrika kıtasının ölümüne göz yumar durumdayız örneğin. Bizim pasif duruşumuz da kendi kendine bir suç teşkil ediyor bence.
J.-C.G.: Filmler asla geçmişe ait değillerdir. Onlar geçmişte duraksamış şimdiki zamanlarımızdır. Geçmişimizde öyle ya da böyle kabul edip kanıksadıklarımız. Bu film hepimize her dakika hayatımıza dair cevaplamamız gereken soruları yöneltiyor: Etik bir varlık olmaya ne zaman geri dönebileceğiz? Bu soru tarihin her döneminde ve her gününde hayatımızda var olan ve henüz yanıt bulmamış bir soru.
C.-G.: Biz konuya işte bu pasiflikten başladık. 1936'da Stefan Lux adındaki adam İttifak Kuvvetleri toplantısında herkesin gözü önünde kafasına bir kurşun sıkarak intihar etmiş ve dünyayı burada olanlara karşı uyarmak istemişti. Fakat bu olay tarihin akışını değiştirmedi. İttifak ülkelerinin komutanları toplantıya yarım saatlik bir ara verdiler ve doktorların cesedi dışarı çıkarmasını beklediler. Ama dünya yerinden oynamadı.
J.-C.G.: Asıl önemli olan ise 1933'den savaş başlayana kadar Hitler'in bir programı olduğu ve bunu uygulayacağı biliniyor ve herkes tarafından kabul ediliyordu. Liderler, entellektüeller tümü her şeyin farkındaydı. Hiç bir şey gizli değildi. Eline programını gerçekleştirmeye yetecek güç geçer geçmez harekete geçti. Ve ne yapacağını çok iyi bilen batılı güç dengeleri ve din adamlarının kılı bile kıpırdamadı. 1942 yılında Polonyalı bir direnişçi (Yahudi değildi) Polonya'dan ayrılarak tüm Avrupa'yı dolaşmaya ve Varşova'da gördüklerini anlatarak İngiliz ve Amerika'lılara uyarmaya niyetlendi. O soykırımın ne olduğunu çok iyi biliyordu. Roosevelt ile birebir görüşmeyi başardı. Fakat neden azınlıkların henüz kendi haklarını savunmak bir kenara tam olarak haklarının ne olduğundan habersiz bir ülkede neden nazi ırkçılığını protesto etsinler ki? Üstelik seçimler çok yakındır ve Roosevelt şansını başkasının azınlıklarının haklarını savunarak kaybedecek durumda değildir.
C.-G: Neden müttefikler bunu dert etsinler ki kampların bulunduğu bölgeleri bombalamaktan kurtulmuşlardır, trenler konusunda da gözlerini kapamaları yeterlidir. Sadece kafalarını başka yöne çevirip uzaklara bakmakla yetinirler.
J.-C.G.: Aslında durum oldukça korkunçtur. Fransa da dahil olmak üzere ideolojisini yitirmeye başlamış bir dünya ile karşı karşıyadır insanlar. Toplumu temizleme fikri Hitler'in yüzyılı boyadığı kötü bir renk olarak beyinlere kazınmıştır.
DF: Olayların bir başka yönü ise Vatikan ve çevresinde gelişenlerdi. O günlerde Aziz XII'inci Pius'un neredeyse bir politikacı kadar etkisi ve gücü vardı. Fakat her nedense bu güç sadece ölenlere dua ediyordu... Daha fazlasını yapmaktan çekiniyor kabullenmişliğin en büyük parçası oluveriyordu.
C.-G.: Vatikan bir güç aleti. Teolojik ve etik olarak Papa ise bir imajdan ve figürden öte değil. İnancın gücü ve güveni ile yakından ya da uzaktan alakası yok. Dolayısıyla filmde de Papa sadece bir imaj olarak kullanıldı. Çünkü Papa'nın gerçekleri dışarıda insanların katledildiği bir savaş değildi. Onun inandığı gerçek, katılması gereken seremoniler, kendi çevresi ve söyledikleri idi... Din sosyal bir varlık olan insanın toplumda moral desteği ve etik gücünü temsil eder. Fakat kilise de bu dönemde bundan oldukça uzaktı. Kilise o dönem boyunca yalnızca kendi varlığını sürdürme sorumluluğunu yerine getirmeyi başarabildi. Bunu da kendi diplomasisi ve politik stratejisini ortaya koyarak yaptı. Yani anlattıklarımız yalnızca gerçeklerin vicdanımızla hesaplaşması... Daha fazlası değil...