Duvar
Duvar
Tür:Dram
Yıl:2000
Açıklama:BıR MERKEZ CEZAEVı: ANKARA
Kadınlar ve erkekler, adli ve siyasi tutuklular, ve çocuklar, çocuk koğuşu: hapishanenin köleleri. Dördüncü koğuşun çocukları. Dördüncü koğuşun çocularının sefaleti. ışte koğuşun kırık camları, hırsızları, katilleri, terkil edilmiş çocukları Ay ıncecik, kavun dilimi gibi ay umut ve özlem şişkonun, şabanın ve diğer çocukların elleri Tanrıya doğru açılır. Derler ki, yeni ayı ilk gördüğünde dua eder ve dilek tutarsan, Tanrı bunları yerine getirir. Çocukların hepsi tek bir dilek tutarlar Allahım, beni daha iyi bir hapishaneye yolla.Beni de Allahım Tüm çocukların dilek ve arzuları budur: daha iyi bi cezaevi. Buraya artık dayanamıyorlar. şiddet, dördüncü koğuşun angaryaları onları tüketmiş. Her şeyi kabul etmek zorundalar. Temizlik, mutfak işleri, kömür ve çöp taşıma, kısaca cezaevinin tüm angaryası onların eline bakar Dayak, baskılar Onlar gerçekten cezaevinin kölesidirler. Ancak umutları tükenmez. Başka bir cezaevine gitmeyi başarmalıdırlar
Yılmaz Güneyin anlatımıyla
DUVARın çekim öyküsü
Hapishaneyi anlatmak filme Türkiyeyi koymak demekti.
Arkadaş filminden beri tamamen benim yaptığım ilk film bu. Kelimenin dar anlamıyla politik bir film yapmak istemiyordum; propaganda yapmak, sloganlar haykırmak istemiyordum. ıstediğim; konunun, günümüz Türkiyesi olmasi ve orda kalmasıydı. 1980 darbesinden beri 40 kadar ölüm cezası infaz edildi, binlerce kişi hala hapiste. O halde hapishaneyi anlatmak bir yerde Türkiyeyi anlatmak demekti, filme Türkiyeyi koymak demekti.
Bugünün Türkiyesinin hapishane gerçeğini iyi bilen biri olarak, kendime başka bir soru yönelttim: Olayları olduğu gibi mi yoksa dolaylı bir yoldan mı anlatmalıydım? ıkinci çözümü benimsedim. Filmin can alıcı noktasına, başta çocuklar olmak üzere yetişkinleri de koydum; hapishane gerçeğine onların gözünden bakabilmek için birinci yol yani olayları bütün çıplaklığıyla anlatmak yolu gerçeğe ne kadar yakın olursa o kadar inanılmaz görülecekti. Zira bu gün Türk hapishanelerinde inanılması güç olaylar cereyan ediyor. Diğer bir daha vardı: Türkiyeden uzak kaldığım sürede, hayatımın politik tarafı, politik kişiliğim oldukça önem kazandı ve bunun filmimi gölgelemesini istemiyordum; çünkü hangi gerekçeyle olursa olsun bu filmin salt bir propaganda aracı olarak değerlendirilmesini istemiyordum. Sanatsal bi anlatım bulmam, anlatım dilini bahsetmek istediğim gerçekliği taşıması ve anlatması, en azından hissettirmesi gerekiyordu.
Duvarda iki metodun karışımını kullandım.
Gerçekte senaryo yazmayı hapishanede öğrendim ben. Önceki filmlerimi hikayenin zaman sırasına göre çekerdim ve senaryo olarak elimde sadece bir kaç sayfa yazı olurdu. Daha sonra, yani sırasında gerek senaryonun, gerekse mizansenin ayrıntılarını ayaküstü hazırlardım. Fakat hapishanedeyken, beton gibi sağlam senaryolara ihtiyacım vardı; bitmiş, her şeyin inceden inceye planlandığı senaryolara. Duvar için - ki, dokuz yıldan bu yana baştan sona yönettiğim ilk filmim - , bir yerde, yukarda sözünü ettiğim iki metodun karışımını kullandım. Çok ayrıntılı, iyi planlanmış bir senaryom vardı, fakat yine de bu senaryonun esiri olmamaya çalıştım. Değiştirdim, sahneler çıkardım, yeni sahneler ekledim Özetle Duvar, miksaj aşamasına kadar bir anlamda kendi hayatını yaşadı.
Bir hapishanedeydik ve şef gardiyan bendim